SINK or SWIM

Lise dönemimizde staj yaparken hayatımın en büyük kararını almak için şefimle konuşmuştum. Seçim şuydu: ya dershaneyi bırakıp işe odaklanarak stajımı tamamlayacak ve mezuna kalacaktım ya da hepsini bir arada hallederek üniversite için kolları sıvayacaktım. Bana tek bir şey söyledi: “Melis, sorunun cevabını sen bulacaksın çünkü kendini en iyi sen bilirsin. Ufak bir denizde mi boğulmak istersin yoksa ucu bucağı olmayan bir okyanusta mı? Ama şunu unutma, boğulmadan yüzmeyi öğrenemezsin. Eğer denizde yüzmeye başlarsan, okyanusta ne boğulmaya ne de yüzmeye cesaretin olacak. Şimdi bunu düşün, hayatında ne karar verirsen ver, bunu düşünerek ver. Benim sana tek tavsiyem budur.”


Geçen yıl ağustos ayından beri blog yazacağım günü bekliyordum ama ellerim boş, sadece bir şeyler yazmak için yazmak istemedim. Bu nedenle bunca zaman buradan uzak kaldım. Merak etmeyin, ellerim, kollarım, ceplerim, her yerim dolu! Bugün birkaç konu üzerinde konuşacağım. İlk konumuz yurt dışı – Avusturya: Nasıl bir memleket? İnsanları da havası kadar iyi mi? İkinci konumuz mutfak ortamında nasıl hayatta kalıyorum? Ve son olarak kariyer olarak tercih edilir mi, edilmez mi? Çünkü bu süreçte en çok bunları düşünmek üzerine yoğunlaştım.


Başlamadan önce iki tavsiyede bulunmak istiyorum. Eğer şu an bu blog yazısını okuyorsanız, bunu bir işaret olarak alın ve her ne zaman yolunuzu kaybederseniz “Tanrılar Okulu” – Stefano D’Anna kitabından bir 10 sayfa okuyun. Mutlaka kendinize ait bir şeyler bulacaksınızdır. Aklımdan çıkaramadığım ve bu sıralar beni ayakta tutan sayfalardan birini paylaşmak istiyorum: Ve eğer kendinizi sıkışmış olduğu yere bir türlü sığamıyor hissediyorsanız 'https://youtu.be/9t7SclAXoQw ' dinleyebilirsiniz. 



Sadece irade gücü bu kısır döngüyü, hiç sonu gelmeden kendi kendine

oynanan bu oyunu durdurabilir ve aynı irade gücü sayesinde insan öz

varlığını saran hipnotik çemberi kırabilir.

Thought is creative. Thought creates.

Düşünce yaratıcıdır. Düşünce yaratır.

Olaylar düşüncelerimizin, öz varlık durumlarımızın, elle tutulur, gözle

görünür halidir. Bu sebeple, olaylar ve durumlar aynı şeydir. Durumlar, her

kişinin Oluş'nda üretilirken, olaylar da insanın yaşamında, zaman içinde,

başına gelen ve sanki insanın iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkıyormuş

gibi görünen olgulardır. Tek gerçek ise onları yaratanın biz olduğumuzdur,

olması için sürekli yakaran ve farkında olmadan olayları hayata geçiren

biz...

İster olumlu, ister olumsuz olsun, insanın düşünceleri daima yaratıcıdır

ve mutlaka ortaya çıkacak uygun bir zamanı bulur.

Düşüncelerimiz, elimizle yazdığımız hatta yolladığımızı bile

unuttuğumuz, davetiyeler gibi düşüncelere karşılık gelen olayları kendine

çeker. Koşullar, buluşmalar, olaylar, sorunlar ve aksilikler, sürtüşmeler ve

başarısızlıklar, yani üstü örtülü bir biçimde kendilerini çağırdığımız tüm

istenmeyen konuklarımız, artık onları aklımıza bile getirmediğimiz bir

zamanda kapımızı çalarlar. Onların beklenilmeden ve birdenbire olduğunu

sanmamızın asıl nedeni, bizim kendi durumlarımıza dikkat etmememizdir.

Bekleni'meyen, her zaman uzun bir hazırlık dönemi gereksinir.

İster bilinçli, ister bilinçsiz olsun, kişinin başına dışardan gelen hiçbir

olay onun rızası olmadan gerçekleşmez. Hiçbir şey insanın düşüncelerinin

içinden geçmeden oluşamaz. İşte bu yüzden, düşünce en büyük güçtür.

Olgular, olaylar ve deneyimler olarak nitelediğimiz ve yaşamda

gerçekleşmesi muhtemel olan her şey, tüm bunlarla aynı frekanstaki

durumlarla buluşmaya uygun adım yürüyen Oluş durumlarımızdır.

Durumlar, gerçekleşmek için doğru zamanı bekleyen olaylardır.

Duygularımızın kalitesi, düşüncelerimizin genişliği, içinde bulunduğumuz

andaki ruh halimiz, hayatımızda neyin görünür olacağına, nelerin

gerçekleşeceğine ve kendi yaşamımızda başımıza gelecek olayların doğasına

karar vermektedir.'




2023 yazında Bodrum’da sezonda çalışırken o kadar sıkılmış hissediyordum ki… Altı üstü 40 gün çalışmışım, izinsiz, mesaisiz tabii… Ama şunu dediğimi hatırlıyorum: “İlk fırsatımda kalkıp gideceğim. Burada kültür bilmeyen, yemek yemeyi bilmeyen insanlara, mültecilere hizmet vereceğime, gider refah seviyesi yüksek bir ülkede dertlenirim.” Hâlâ aynısını savunuyorum, yanlış anlaşılmasın. Çünkü canım ülkem benden bu gençliği çalamayacak, buna izin vermeye hiç niyetim yok. Amerika’da burs kazandığımda da Avusturya’ya çalışmaya geldiğimde de ülke hakkında hiçbir araştırma yapmadan gittim ve hâlâ yaşayarak öğreniyorum. Biraz araştırma yaparsanız, Avusturya hakkında çok fazla şey yazılıp çizilmediğini göreceksiniz. Sadece Almanya’yla kardeş ülke olduğu ve hemen hemen aynı olduğu gibi bir algı yaratılıyor internet dünyasında.


Örneğin, Hit’lerin Avusturyalı olduğunu buraya geldiğimde öğrendim. Bankadan bir işlem yapmak istiyorsam öncesinde randevu almam gerektiğini, pazar günü izinliysem ya evde oturmam gerektiğini ya da maksimum yürüyüş yapabileceğimi, Euro kazanıp harcayamayacağımı, doktora gitmek için bir e-card (bizdeki eski sağlık kimlik kartı gibi bir kart) sahibi olmam gerektiğini ve randevu bulabilmek için günlerce uğraşmam gerektiğini burada öğrendim. Gidince de “Dinlen, geçer.” sistemini burada gördüm. Bu yüzden ilaç deposu gibi dolaşıyorum. Çünkü hasta olunca evde kalıp haftalarca iyileşmeyi bekleyecek kadar zamanım yok. Bunlar benim alışık olduğumun dışında, zor uğraşlar. Açıkçası lüks yaşantıma pek uymuyor. Bu nedenle evrak işleri ve sağlık sisteminden hep uzak durmaya çalışıyorum.


İnsanları yorumlayacak olursam… Sadece iş arkadaşlarım üzerinden değil, dışarıda denk geldiğim insanları da değerlendirmek istiyorum demek isterdim ama sosyal hayatım yok ne yazıkki. İş ortamında Avusturyalı ve Alman çok fazla kişiyle çalışıyorum ve karakter olarak benziyorlar: Yüzünüze gülüyorlar, sonra hoop, arkanızdan konuşma olayı gerçekleşiyor. Bu kadar dedikodu seven bir memleket daha görür müyüm, hiç sanmam! :) İşinizi yaptığınız sürece can ciğer kuzu sarmasısınız ama “Hayır, ben bunu yapamam.” dediğinizde yeni düşmanınız hayırlı olsun! Bolca mobbing olan, çok yoğun çalıştığım, toplam 4 elemanla 400-600 kişilik à la carte yapılan bir restoranda çalışıyorum. Daha fazla bir şey söylememe gerek yok sanırım. İşte, günde 1 öğün yemek yiyebilirsem mutlu oluyorum. Mola zaten yok. Ama havası bir güzel, size anlatamam! Çünkü gün yüzü gördüğüm pek yok, anlatamıyorum yani gerçekten :’)


Ülke her ne kadar soğuksa, ben de bu ülkeye karşı o kadar soğuk hissediyorum. Kısacası tek sıcaklığı, yıllık ödediğim vergilerin bir kısmını geri alabiliyor olmam. Eğer alabilirsem biraz mutlu olurum, fazlası yok.


Gelelim ikinci konumuza: Mutfak!

Beni bu sezon mental olarak çok yoruyor ve hayatta kalabildiğimi söyleyemem. Bu sezon iki ayrı otelde, iki ayrı kadın şefle çalışıyorum: Biri Avusturyalı, biri Alman. İlk defa bu sezon otel sistemlerini öğreniyorum ve daha önce deneyimlemediğim kadar mutfaklarına hâkim olmaya başladım. Açıkçası çok fazla pişirdiğim, tabakladığım alan var ama bu beni mental olarak çok yoruyor. Çünkü her şeyin Almancasını ve İngilizcesini öğrenmek zorundayım. Artık sadece düzgün bir mutfakta, kendi işimi yapıp evime gittiğim bir iş hayal ediyorum. Umarım hayal olarak kalmaz.


Mobbingi iliklerime kadar hissediyorum. Hayatımda hiç bu kadar gözüme sokula sokula yapılmamıştı. Ama bunu düşündükçe gülüyorum çünkü insanların davranışları genellikle sizinle değil, kendileriyle alakalıdır. Kendilerine bile kendilerini kanıtlayamamış bir avuç insan… Mental olarak yoruluyorum belki ama umursamıyorum. Eğer umursayacak gibi olursam, hemen bugüne kadar neler başardığımı hatırlıyor ve kendime küçük bir sevgi gösterip yoluma devam ediyorum. Teşekkürler kendime, bu kadar kibar, anlayışlı ve aydın olduğun için.


Son konumuz: Kariyer.

Şu an için kendim için en iyi seçenek burası olduğu için kalıyorum. Eğer soğuk bir yaşam tarzını seviyorsanız, Almanca ile aranız iyiyse, iyi seviyede İngilizceniz varsa ve kaybedecek bir şeyiniz yoksa Avusturya’da otelcilik sektörünü tercih edebilirsiniz. Ama asla ve asla Alplerde à la carte restoran işine girmeyin! Hayatınızın hatası olur. Ben yaptım, oradan biliyorum.


Bir sonraki blog… Umarım seneye değil, 6 ay içinde gelir. Kendimi her şeyimle sevdiğim için ve her zaman yapabildiğimin en iyisini yaptığımı bildiğim için kimseden onay beklemiyor ve Bir sonraki yazıda görüşmek üzere diyorum.
































Yorumlar

Popüler Yayınlar